Salâh Birsel’in Denemeleri: Bir Uzay Gemisi

Salâh Birsel’in denemelerini okumasaydım bu denli kültür ve sanat dolu metinleri nerede, kimin kaleminden okurdum bilmiyorum.

Türk, Avrupa hatta Dünya’nın hemen hemen her kıtasından, her milletten, ne yazar, ne şair, ne ressam, ne heykeltıraş, ne romancı varsa hepsine dair, bazısında avucuyla kuşyemi dağıtır gibi azıcık, bazısında ise hunharca yazdıkları, okurken insana cahilliğini hissettiren bir dolulukta doğrusu.

Yaşayan her insan gibi bende günümüzde okumaya değer kitaplar bulmakta hep şikâyetçiyimdir. Çünkü okumak, sadece kelimeleri seslendirmek ya da bütün bir kitabı okuyup bir kenara bırakmak demek değildir. Okumak, başka bir manada yaşamaktır. İnsan, okuduğu kelimelerin, sonrasında ise okuduğu bütün bir kitabın sorgulamasını yapmalı, kendince ruhsal ve fikirsel kazanımlar elde etmelidir. İşte bu kazanımı sağlayan kitaplara ulaşmak ne yazık ki çok kolay olmuyor. Hele ki çağımız, hemen hemen her gün onlarca, yüzlerce kitabın yayınlandığı, yüzlerce derginin kafa karıştırdığı, binlerce yazının internet sitelerinden dağıtıldığı bir çağ olduğu için, bilginin, fikrin ve bunlarının arasında gezinen kirliliğin ayırt edilmesi pek mümkün olmuyor. Böyle bir çağda ise çare, takvimden biraz geriye gitmektir.

Ben, takvimlerden çok geriye değil, birkaç on yıl geriye giderek Salâh Birsel’e ulaştım. Yapıştırma Bıyık kitabıyla ilk olarak nasıl bir kuyuya düştüğümü tam anlayamadım. Hemen hemen her cümlesinde ecnebi bir isim, bir sanat dalı ya da eseri, hiç olmazsa tarihten bir olay, o da olmadı bir kişinin anısına değiniyor, ne çok bilmediğimi, sanki yüzüme vururcasına haykırıyordu.

Çok geniş bir yelpazede kaleme aldığı denemelerinin bulunduğu Yapıştırma Bıyık kitabı, Salâh Birsel’in yazıya nasıl baktığını da anlamaya yeterli olacaktır sanıyorum.

Birsel, yazmayı, deneme olarak görür. Yazarak Ölmek denemesinde, “Kendimi alıp da yazımın ortalık yerine oturttum mu, denemem başlamış demektir. (…) Ben denemeyi şiir yazar gibi yazarım. Ona hiçbir artık söz eklemem. Hiçbir yerini de eksik-gedik bırakmam. İlkin okurlara bir selam sarkıtır, sonra konuya girer, onu geliştirip yayınca da paydos zilleri çalmaya başlarım. Ziller sona ererken de denemeyi bitirmiş olurum.” der. Bu tarif, deneme yazmanın, dolayısıyla yazmanın, Salâh Birsel için yaşamanın, aynı zamanda gündelik hayatta çalışmanın da tarifi gibidir.

Denemelerinde sık sık kullandığı tarihi figürler Birsel’i oldukça beslemiş olmalı. Bunların en etkileyicisi, Mizancı Murat Bey’in Rus casusu olarak suçlandığını anlatan denemesidir. Yiğitleme başlıklı denemesinde Kelile ve Dimne’den, Fatih Sultan Mehmet’in bilime olan merakından, İshak Çelebi ve Yavuz Sultan Selim’den söz ederek lafı Mizancı Murat’ın casusluğuna getirir. O kısımdan şöyle söz eder: “Onu Rus casusluğu ile karalamışlardır. Gece yarılarına değin çalışmanın Rus casusluğu ile ne girintisi olur demeyin. Olur, çünkü Murat Bey Rusça öğrenmek kaşmerdikozluğunu işlemiştir.” Böylece meseleleri, kendine has mizahıyla sergilemek, konular ve tarihler arasında bağlantılar kurmak, onun en sevdiği kalem işlerinden birinin olduğunu da, bilmem söylemeye gerek var mıdır?

Gençliğinde ve yaşamının devamında birbirinden farklı meslekler ve çevrelerin içinde bulunması, Salâh Birsel’in bu denli zengin denemeler yazmasına sebep olduğunu söylemek fazla abartmış ya da bol keseden atmak sayılmaz sanırım. Bankacılıktan hukuk öğrenciliğine, felsefeden iş müfettişliğine, kütüphane müdürlüğünden çevirmenliğe kadar, farklı şehirler, farklı meslekler, farklı çevreler ve sonuç olarak birbirinden zengin denemeler…

Salâh Birsel’i okumak, bir uzay gemisine binerek, yüzyıllar arasında, tarihi, edebi, sanatsal ve kültürel bir geziye çıkmak gibidir. Hızlandırılmış bu gezi, sizi, bildiğiniz tarihler ve olayların ayrıntılarına, bilmediğiniz yaşamların anılarına, tartışmalara, ince sanat ve edebiyat bakışına tanıklık ettirecektir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir