Suriye savaşının 13 yıllık süreci Beşşar Esad’ın devrilmesi ile yeni bir döneme giriyor. 24 yıllık Esad yönetimi yerini henüz tam olarak netleşmese de muhalif gruplara bıraktı. Türk ve bazı yabancı basın tarafından her ne kadar Esad’ın devrilmesi Türk hükümetine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) eğitip donattığı muhalif gruplara mâl ediliyor olsa da gerçek tam olarak bu değil.
Suriye iç savaşında Esad rejimine karşı silahlı mücadeleye soyunan birçok muhalif grup vardı. Bunların içinde Suriye Geçici Hükümeti adıyla tanınan ve altında “Özgür Suriye Ordusu, Suriye Millî Ordusu, Güney Cephesi, Fetih Halep, İslami Cephe, Suriye Kurtuluş Ordusu (Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm) gibi farklı fraksiyonlara bölünmüş gruplar bulunuyordu.
Altında birçok grubu barındıran başka bir muhalif birlik ise Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’dir. Bu yönetim altında Suriye Demokratik Güçleri, YPG, YPJ, PKK, Suriye Arap Koalisyonu, Süryani Askerî Meclisi ve askeri konseylerini bulundurmaktadır.
Diğer bir muhalif grup ise İŞİD adıyla tanınan Irak Şam İslam Devleti’dir.
Her biri diğeriyle savaşan, hepsi birden Esad’a karşı duran, her birinin arkasında başka bir ülkenin olduğu, yapay ve temelsiz örgütler bunlar. Esad’ın devrilmesi için kurulmuş ve yakında birçoğunun yok olacağı kullanışlı örgütler.
Savaş her ne kadar bitti ve muhaliflerin yönetimine geçip bağımsız demokratik bir ülke olacakmış gibi bir hava verilmeye çalışılsa da Suriye artık tek başına bir ülke olmayacaktır. Kuzey Doğusu PKK-YPG tarafından kontrol edilecek, Kuzey Batısında TSK’nın ve dolayısıyla Türkmenler var olmaya çalışacak, orta ve Güney Suriye’de ise HTŞ tarafından kontrol edilmeye çalışılan cihatçı bir anlayış hüküm sürecektir. Demokrasi ve özgürlük Suriye için artık uzak değil imkansıza yakın bir ihtimal olmuştur. Bunun en büyük nedeni mezhep ve milliyet çatışmalarının Suriye için vazgeçilmez bir konuma gelmesidir.
Türkiye’nin Suriye savaşında önemli bir rolü olduğu bir gerçektir. Gerek Kuzey Suriye’de yürüttüğü askeri faaliyetler gerekse Türkiye’ye gelen 6 milyon civarında olan mülteci-sığınmacı-göçmen Suriyeliler nedeniyle bu ortadadır. Kimileri Esad’ın devrilmesini Türkiye’ye mâl etmeye çalışıyor olsalar da İsrail gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Üstelik Esad’ın devrilmesine en çok İsrail’in sevinmesi, Esad’ın devrilip yerine birbirine düşman olan muhaliflerin geçmesinin de pek hayra alamet olmadığı anlamına gelmez mi?
Esad iyi ya da kötü, Türkiye için bir devletin lideriydi. Devlet, Suriye Arap Cumhuriyeti’ydi. Peki ya şimdi yanı başımızda kim olacak. Bir devlet yerine Türkiye artık kiminle muhatap olacak? Muhatabımız hangi örgütler olacak? Türkiye açısından olaya bu yönden bakmak en büyük meseledir.
İran’la Düşman Mı Olacağız?
Esad’ın devrilmesiyle beraber aslında taraflarda devrilmiş oldu. Suriye’de Esad ile birlikte Rusya ve İran kaybetmiş, ABD ve İsrail kazanmış oldular. İran bu nedenle Türkiye’yi ABD ve İsrail’in yanında görüyor olmalı ki Türkiye’ye karşı sert ifadelerde bulunuyor.
İran İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleriyle ilgili paylaşımlar yapan Iran Mlitary adlı X hesabından yapılan paylaşımlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Esad’ın eşleriyle beraber çekindikleri bir fotoğrafla birlikte İmam Hamaney’in 11 Aralık 2024 tarihinde ki şu sözüne ver verilmiştir: “Düşmanı ihmal etmemeli, küçümsememeli, gülümsemesine güvenmemeli. Çünkü bazen gülümseyerek ve hoş bir tonla konuşur ama arkasında bir hançer saklar, vurmak için doğru anı bekler”.
Başka bir paylaşımda ise Hakan Fidan’a “İŞİD’in babası Hakan Fidan, kutlama yapmak ve daha fazla anarşiye göz yummak için Şam’a giriyor” ifadeleri kullanılmıştır.
Suriye savaşındaki tarafımız ve Esad’ın devrilmesi bize taze bir düşman mı kazandırdı? Bunu ilerleyen günlerde göreceğiz. Fakat Güney ve Doğu sınırımızdaki iki devletten birinin yönetimi resmi ve meşru varlığını kaybetmişken diğeriyle düşman olmamız Türkiye’ye fayda değil çok büyük bir zarar getirir. Nasıl Kİ Suriye’de Esad’ın devrilmesine sevinmek en büyük devlet ciddiyetsizliği ise, İran’ın Türkiye’ye karşı tavrını görmemek de bir o kadar ciddiyetsizliktir.
Bölgenin huzuru ve güvenliği için ayakta kalan iki büyük devletten biri Türkiye diğeri İran’ken, bu iki ülkenin de birbirine düşman olması ihtimali İsrail ve ABD’nin en büyük amacıdır. Kuru milliyetçilik ve abilik rolleriyle değil, diplomasi ve doğru adımlar ile bölge ve Türkiye güvenliğini sağlamak en önemli amaç olmalıdır. İran ile ilişkiler, Türkiye açısından, bundan sonrası için öncelikli dış politika sorunu anlamını taşımaktadır.